Elim gitti geldi, gözüm gitti geldi, birine bile bakmaya cesaret edemedim görüntülerin. O kadar iyi hatırlıyorum ki Soma' da neler hissettiğimi, o kadar uzun zaman hemde. İnsan acıyı kolay hazmedemiyor, ne kadar kabullenmiş görünse bile... Yıllar geçti hala izi bizim üstümüzde böyle dururken aileleri peki? Anneleri, babaları, evlatları... 
Şimdi yine aynı şeyle imtihan oluyoruz, kayıp sayımız arttıkça içimden de bir şeyler kayıp gidiyor sanki. Acıyı yazmayı sevmiyorum, aslında acıyı duymayı sevmiyorum ama galiba en çok böyle zamanlarda insan olduğumuzu hatırlıyoruz ya da bunu paylaşabildiğimiz kadar insan olabiliyoruz.
Yine üzerine kaç cümle kurarsan kur içinden çıkılmayacak kadar karanlık bir yerde durduk, bir yerlerde bizim ışığımız yansın diye sönen ışıklar var ve yine hiçbir tıbbi malzemenin kâr etmeyeceği kadar derin yaralar! Bunun üzerine ne söylenir bilmiyorum, ihmal demek, suçlamak, saldırmak... Sanırım en güzel yaptığımız şey bu ve tam da bunu düşünürken aklıma şöyle nadide bir cümle geliyor, "Suçlamak anlamaktan daha kolaydır, anlarsan değişmen gerekir." Bence biz bunu yapamıyoruz, evet acıyı hissediyoruz ama acıyı anlamıyoruz. O yüzdendir ki her felaketin arkasından dünya kadar büyük laflar edip ve yine her felaketin arkasından sadece ağlamaya devam ediyoruz. 
Yapılacak bir şey her zaman vardır elbet, biz yapılması gerekeni yapamıyoruz. O ışıklar sönmesin istiyorsak sanki sonucu bırakıp sebebe biraz bakmamız gerekiyor artık, başka türlü değişecek gibi değil çünkü. 
Daha aydınlık günlere, konuşmak yerine koşarak gidebilmek ümidiyle...

Bartın için, saygı ve rahmetle...